Tarih sahnesinde birçok kez adı değiştirilmiş, yanlış anlaşılmış ve hatta yok sayılmış bir toplumuz biz.
Bize bazen “Arap Alevileri” dediler, bazen “Nusayri”.
Kimimiz bu isimleri sahiplendi, kimimizse kabul etmedi. Ama her ne derseniz deyin, biz buradayız.
Hatay, Adana ve Mersin gibi bölgelerde kök salmış, inancımızı, kültürümüzü ve geleneklerimizi nesiller boyu yaşatmış bir halkız. Tarih boyunca birçok zorlukla karşılaşmamıza rağmen, varlığımızı korumayı başardık. Osmanlı dönemindedışlandık, hukuki haklardan mahrum bırakıldık, kendi mahkemelerimizi bile kuramaz hale geldik. Cumhuriyet döneminde ise kimlik mücadelemiz farklı bir boyut kazandı.
Bizi anlamak için önce tarihimizi bilmek gerekir. 9. yüzyılda Muhammed bin Nusayr’ın öğretileriyle şekillenen inancımız, Şii İslam’ın On İki İmam inancını temel alırken, içinde farklı yorumlar ve öğretiler de barındırır. Kendi içimize dönük bir yapımız olduğu için birçok kişi bizi yanlış anladı, yanlış yorumladı. Oysa bizim inancımızı, kültürümüzü anlamak için Lazkiye’nin sokaklarında dolaşmak, Hatay’ın daracık mahallelerinde sabah kahvaltısında bir zeytin tanesine gösterilen hürmeti görmek gerekir.
Bugün Suriye’nin kuzeyinden Akdeniz’in kıyılarına kadar uzanan geniş bir coğrafyada yaşayan Nusayriler, tarih boyunca kimliklerini koruma mücadelesi verdi. Bazı araştırmalar, bizim Türk kökenli olduğumuzu öne sürerken, kimileri ise Arap kökenimizi vurgular. Aslında bu tartışmalara çok da takılmadan, bizim en çok önemsediğimiz şey kültürel devamlılığımızdır. Biz bu topraklarda var olduk ve var olmaya devam edeceğiz.
Türkiye’nin Suriye politikalarında, Nusayri kimliğinin bir köprü işlevi görebileceğini düşünüyorum. Tarihi ve kültürel bağlarımızı güçlendirmek, ortak bir geçmişi hatırlamak ve daha sağlam bir gelecek inşa etmek için atılacak adımlar büyük önem taşıyor. Ancak geçmişte yaşadığımız önyargılar ve yanlış anlaşılmalar giderilmeden, bu sürecin sağlıklı ilerlemesi zor görünüyor.
Bugün Mersin’in sokaklarında gezerken Nusayri gençlerinin bir yandan modern hayata adapte olmaya çalışırken diğer yandan kimliklerini nasıl yaşatabileceklerini düşündüklerine şahit oluyorum. Kendi dilimizi konuşabiliyor muyuz? Geleneklerimizi yaşatabiliyor muyuz? Peki ya inancımızı? Bunlar üzerine düşünmeliyiz.
Bizim hikâyemiz, yalnızca tarih kitaplarına sıkıştırılmış bir anlatı değil, yaşayan, nefes alan, devam eden bir mücadeledir. Mersin’den Lazkiye’ye, Antakya’dan Banyas’a uzanan bu coğrafyada Nusayri/Alevi kimliğimizle var olmaya devam edeceğiz.
Tarih unutanları affetmez. Biz de kim olduğumuzu unutmadan, hem kendi içimizde hem de çevremizle barış içinde yaşamayı sürdürmeliyiz.
Biz buradayız, hep buradaydık ve burada kalacağız.
YORUMLAR