Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Derşah NAR

KARA HAZİRAN

1994 KARA HAZİRAN RUANDA SOYKIRIMI 

1994 yılı, Ruanda’nın kara bir lekeye dönüşeceği tarihtir. Bu yıl, etnik temelde gerçekleşen korkunç bir soykırıma tanıklık etti. Hutu ve Tutsi etnik grupları arasında uzun süredir devam eden gerilimler ve çatışmalar, 6 Nisan 1994’te başlayan ve yaklaşık 100 gün süren bir dönemde vahşice bir şekilde patlak verdi. Bu yazımda, 1994 Ruanda Soykırımı’nın nedenleri, olaylar sırasında yaşananlar ve sonuçları ele alacağım. Yazımın sonunda ise Birleşmiş Milletleri, yapılmak istenenler konusunda tahminlerimi dile getireceğim.

Soykırımın Arka Planı ve Nedenleri:

Ruanda, 20. yüzyıl boyunca etnik gerilimlere sahne olan bir ülke olmuştur. Ruanda’da yaşayan Hutu ve Tutsi etnik grupları arasındaki ayrım, tarihsel olarak sınıf, güç ve ayrıcalıklarla bağlantılı olmuştur. 1994 yılında, bu gerilimler, siyasi belirsizlik, ekonomik sorunlar ve Hutu hükümetinin baskıcı politikaları ile daha da alevlendi.

Soykırımın Patlak Verişi:

6 Nisan 1994’te, Hutu kökenli Ruanda Devlet Başkanı Juvénal Habyarimana’nın uçağı Kigali’de düşürüldü ve olayda öldü. Bu olay, soykırımın başlamasına yol açan tetikleyici bir faktör oldu. Habyarimana’nın ölümünün ardından, Hutu aşırıcıları Tutsi etnik grubuna karşı sistematik bir saldırı başlattı.

Vahşetin Yayılması:

Soykırımın başlamasıyla birlikte, Tutsilerin evleri, iş yerleri ve kiliseleri saldırıya uğradı. Hutu aşırıcı gruplar, silahlandırılmış militanlar ve sıradan insanlar, Tutsileri öldürmek için bir araya geldi. Binlerce Tutsi, komşuları, hatta bazen kendi akrabaları tarafından dahi katledildi. Tecavüz, işkence ve sistematik vahşet yöntemleri soykırımın karakteristiği haline geldi.

Uluslararası Toplumun Tepkisi:

Soykırım sırasında uluslararası toplumun tepkisi oldukça sınırlı kaldı. Birleşmiş Milletler (BM) ve diğer ülkeler, soykırımı önlemek veya durdurmak için gerekli adımları atmada yetersiz kaldı ya da hiç bişey yapmadı dememiz daha doğru olur. BM barış gücü olan Birleşmiş Milletler Ruanda Yardım Misyonu (UNAMIR), sınırlı kaynakları nedeniyle ve üst akıldan aldıkları talimatlar doğrultusunda etkili bir müdahalede bulunamadı.

Sonuçlar ve Kayıplar:

Soykırım sonucunda, yaklaşık 800.000 ila 1 milyon kişi hayatını kaybetti. Bu, Ruanda’nın toplam nüfusunun yaklaşık %20’sine denk gelmektedir. Ölenlerin çoğunluğu Tutsilerden oluşuyordu, ancak Hutu siyasi muhalifleri ve Hutu Tutsileri korumak isteyenler de hedef alındı. Soykırım sonucunda toplum derin bir travma yaşadı ve Ruanda’nın ekonomisi, altyapısı ve sosyal dokusu büyük ölçüde zarar gördü.

Sonuç:

1994 Ruanda Soykırımı, insanlık tarihinin en korkunç katliamlarından birisidir. Hutu ve Tutsi etnik grupları arasındaki çatışma ve nefret, binlerce insanın hayatını kaybetmesine ve ülkenin uzun süreli etkilenmesine neden oldu. Soykırım, uluslararası toplumda da büyük bir utanç kaynağı oldu ve olayın ardından önleyici diplomasi ve uluslararası müdahale konularında daha fazla çaba gösterilmesi gerektiği konusunda bir ders olarak kabul edildi. Ruanda, soykırımdan sonra toparlanma ve barış sürecine yönelik çalışmalara odaklandı, ancak olayın izleri hala derin bir şekilde hissedilmektedir.

Buraya kadar olayı bildiğim kadarıyla ve kaynaklarda yazıldığı gibi açıklamaya çalıştım.

Peki gelelim öncesine… Yani, Hutu ve Tutsi meselesine.

Ruanda, ne doğal kaynakları ne de herhangi bir yeraltı zenginliği olan bir bölge olmadığı için sömürgeci rejimin ihtiyaç duyacağı bir yer olmamıştır. Etrafta bulunan tüm bölgeleri yüzyıllar boyu sömüren Belçika, Fransa, Almanya v.b. ülkelerin Ruanda ile işi olmamıştır. Yakın bölgelerin sömürgeci rejiminden kaçan insanlar Ruanda, Burundi gibi en yakın bölgeleri tercih etmişlerdir, sığınmacı stratejisinin startı orada verilmiş oluyor. Etraftan gelen insanlarla bölge halkının hiç bir farklılık göstermemesi, uyum içinde yaşamaları komşuluk, arkadaşlık düzeyinin artması birilerini yani Belçikayı  ve bunun gibi ülkeleri  rahatsız etmiş olacak ki bir ayırıma gidilmek istenmiş ama çare bulunamamıştır. Düşünceler ve şeytani fikirler sonunda Ruanda’da yaşayan insanların burun ölçülerinden, boylarından ve diğer vücut yapılarından dolayı siz “HUTU” sizde “TUTSİ”siniz diyerek iki etnik gruba ayırmayı başarmışlardır. Artık herkesin bir belgesi olmuş oldu ve bu resmi evrak üzerinde hutu ve ya tutsi yazmaktaydı. Uzun süre birlik içerisinde yaşayan insanlar artık 2 farklı etnik grup olmuş ve bu etnik gurup sık sık çatışmalara başlamıştır. Ruanda’nın bağımsızlığını kazandığı yıllardan sonra bu iki grup daha az problem yaşamaktayken arka planda üst bir akıl alttan alta halkı kin ve nefrete teşvik edecek hamlelerine devam etmekten geri durmuyordu. Yıllar boyu süren bu ayrıştırma çabaları sonunda 1994 yılında düğmeye basılıyor ve nisan ayında başkanın uçağına suikast düzenleniyor düzenlenen suikastin Tutsiler tarafından yapıldığı düşünülüyor… Peki, olaya Tutsiler tarafından baktığımızda ellerinde bu suikasti düzenleyecek bir teçhizat olduğu görünmüyor. Dedim ya, üst akıl düğmeye bastı diye start verildi. Nisan ayından sonra Çin’den alkollü içecek taşınıldığı düşünülen ithalat paletlerinin içerisinde aslında palalar ve kesici aletler bulunmakta ve bu duruma da hutular tarafından baktığımızda Çin’den bu kadar çok palayı kesici aleti getirebileceği düşünülemez. Kendi geçimlerini zor sağlayan Hutular ve Tutsiler bu çatışma için herhangi bir hazırlık yapacak ekonomide değillerken nasıl olur da bu durum yaşanır çünkü onların birbirini öldürmesini isteyen üst akıl desteklemişti. Kara Haziran’a kadar tüm hazırlıklar tamamlandı ve çatışma başladı. Hutular ellerinde palalarla masum insanları doğramaya başladılar. Parası olan Tutsiler ölüm tercihi yapabiliyordu yani para verip kendilerini silahla öldürmelerini istiyorlardı. Tüm dünya susmuş ve gözünü olaylara kapatmıştı. Devlet radyosundan sürekli anonslar geçiliyor ve halkı böcekler diye adlandırdıkları Tutsileri öldürmeleri için teşvik ediyordu. Kimsenin kimseye güvenemeyeceği bir ortamda çaresizlikten kim ne derse nereye yönlendirirse gitmek zorunda kalan Tutsiler, yine güvendikleri güvenlik güçlerinin onların korunabileceği en doğru yerin kiliseler olduğunu söyleyip onları kiliselere yönlendirdikten sonra hutuların hepsini tek noktada öldürme kolaylığını sağlamış oldular. Ruanda’da 2500 birleşmiş milletler güvenlik güçleri bulunurken çatışmalar esnasında bu sayı 200 civarına düşürüldü 10 askerin öldürülmesini sebep gösterildi. Askeri şehit edilen ülkeler daha fazla destek göndermesi gerekirken  geri çekilmeyi tercih ettiler. Oyun işlemeleye devam ediyordu. Belçika, Fransa, Almanya oyunu kurmuş ve insanları izliyorlardı. Onlar bizim gibi değiller biz, sadece çocuklarımızın geleceklerini düşünürüz onlar ise torunlarının ve torunlarının çocuklarının geleceğini düşünürler. Bunlar savaşlarda soykırımlarda parmak izi bırakmak istemezler çünkü ileride onların gelecek nesillerinden hesap sorulabilir. Irak, Suriye, Libya, Afganistan vs sömürülürkende aynı taktikler kullanıldı. Beni tedirgin eden durum ise zamanında Ruanda ve Burundi ye giriş yapan sığınmacılar gibi bizim ülkemize sığınmacıların akın etmesi. Gelen insanlara türk kimliği verilmesi ileride onları bizden nasıl ayıracakları vs…vs… Bir oyunun aynı şekilde oynanıyor ve herkesin buna göz yumuyor olması beni endişelendiriyor ülkem için endişeleniyorum. Bir başka yazıda görüşmek üzere hoşçakalın…

Derşah NAR Yazdı…

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER